20 Kasım 2012 Salı

TAKSİM GEÇİLMEZ...

Günlerdir İstanbullu'yu, dolayısıyla da bütün Türkiye'yi yakından ilgilendiren bir Taksim meselesi aldı başını gidiyor. Ormanlarda dolaşmaktan bir ara vakit bulup Taksim'e gittim.
Kendi kendime sordum, "Ben Taksim'in neresindeyim?" ve "Taksim benim için ne ifade ediyor?". 
Bu sorunun cevabı hem çok kolay, hem çok zor benim için. Yıllarım geçti Taksim'de dile kolay.
Evet Taksim deyince çocukluğum ve gençliğimin geçtiği yer, ilk operaya gittiğim yer, geceleri ayağıma postalları giyip insanları taciz eden magandaları dövdüğüm yer, rahmetli babamın oyun oynadığı lokalin bulunduğu yer, ilk ıslak hamburgeri yediğim yer,  abim, ben ve kız kardeşimin liseyi okuduğu yer, 1977 yılında kanlı 1 Mayısı yaşadığım yer.
Aslında çok şeyi yaşadığım yerdir Taksim.
Ancak 2 kelimeyle özetlersem,  "Lümpenliği ve devrimciliği" yaşadığım yerdir TAKSİM.
Bu duyguların ışığında Taksim'i dolaştım, objektifime takılanları paylaşmak istedim. 
İlk gözüme çarpan her yere dikilen ve de konulan birbirinden anlamsız tabelalar oldu (Güya halk yönlendiriliyor).
Taksim Meydanı düzenleme inşaatı "Sağa dönülmez"...


Yaya giremez...
Niye giremez, nereye giremez?

Yürü Allah yürü, gidebilene de, bulabilene de aşk olsun...

İyi ki yayalar için...
Şişli'ye mi gideceksiniz, mazallah Gezi Parkı'nın içinde kaybolursunuz...
Tahta perde ile kuşatılan esnaf ne yapıyor diye merak ettim. Merak etmez olaydım. Gerçekten üzüldüm içinde bulundukları hale.

Esnaf, dükkandan kafasını çıkarmış bakıyor. Cambazlık yapıp, esnafın yanına gittim.
"Ne yapıyorsunuz burada" dedim. "Ne yapalım halimizi görüyorsun " dedi esnaf.  Kimsenin bir şey söylediği yokmuş. Gördüğünüz gibi kepçe, işyerine girdi girecek, buraya müşteri nasıl girsin?
Çoğu siftahsız kapatıyor işyerini...
Trafik deseniz akıllara seza. Tam bir keşmekeş.

Taksim otobüs kuşatmasında...
Hareket edemeyen otobüslere "Hareket Amirliği" ne yapacak...
Atatürk Kültür Merkezi'ni kapatıp, yıllardır bizi sanatsal etkinliklerden yoksun bırakan zihniyettir Taksim'i bu hale getiren. 
Cumhuriyet Gazetesi'nden Deniz Ülkütekin, "Bu kez işgal kuvvetleri, Pera'da gününü gün eden İngiliz subaylar değil, dozerler ve bariyerler. Yıllarca Türkiye'nin siyasi ve kültürel aynası olan Taksim şekil değiştiriyor. Elbette bu yapılanma da günümüz siyasetinden ayrışmıyor" demiş.
 Eskiden topçu kışlasının bulunduğu Gezi Parkı ise kültür ve sanat merkezi olacakMIŞ...
Şuna AVM (Alış veriş merkezi) deseniz ya.

 Durumdan vazife çıkaran bir vatandaş ise işin adını koymuş: CİNAYET...
Aslında Taksim ile ilgili yazacağım çok şey var.
Belki ilerleyen zamanda.
Son olarak Atam'a gittim.
"Atam siz ne diyorsunuz bu işe"dedim.
"Bir daha ki gelişte heykelimi bulamazsan şaşırma"dedi.


"Işığımın yettiği kadar"...
Minnetle.

17 Ekim 2012 Çarşamba

KAR-KIŞ,VERGİ BOL DA EŞEK ARISI DA OLMASA...

Geçtiğimiz kış malum İstanbul'da oldukça sert geçti. Hatta son yılların en serti dersem yalan söylemiş olmam. Yağan kar toprakta kalınca, eskiler "Bu yıl bereketli olacak" dedi. Bize de tabi beklemekten başka bir şey kalmadı. Baharın gelmesiyle birlikte meyve ağaçları "ŞIK, ŞIKIDIM" birbirinden güzel birer kimliğe bürünmeye başladı. Kiraz, erik, elma, armut, kestane ve de kivi ne güzel çiçekler açtı. Sanırsınız "Kim daha güzel çiçek açacak" yarışması yapılıyor. Bir süre sonra da dökülen çiçeklerin yerini meyveler almaya başlıyor. Onlar çiçek aça dursun, bizim bahçeyi sürüp ekime hazırlamamız lazım. Sürülen bahçe, çapa makinasıyla  ekime hazır hale geldi. Ardından da açılan ocaklara domates, biber, fasulye, kabak ve karpuz ekildi. Biz ekim işleriyle oyalanırken meyveler büyümeye başladı. Siftahı erikle yaptık. Ardından kiraz göz kırpmaya başladı. Eskilerin dediği doğru çıktı ve kar bol ürün getirdi bu sene.

Fındık bize yetecek kadar. Ancak, diğer ürünlerin maşallahı var. Ben dağıtmaktan bıktım, onlar (sebze ve meyveler) ürün vermekten bıkmadı. Hatta, rekolte o kadar yüksek oldu ki dallar ağırlığa dayanamayarak kırıldı.
Burada elmayı ayrı bir yere koymak lazım. Mübarek ağaç "VERGİDEN" yıkıldı adeta. Köylü ürünü "VERGİ" olarak tabir ediyor. Bu terimi de çok güzel kullanıyor. "Erik bu sene vergiliydi" diyor. Ya da dökülen meyveler için ağaç "TEMİZLİK" yapıyor şeklinde güzel bir benzetme yapıyor. Düşündüğünüz zaman güzel benzetmeler bunlar.  Biz elmaya dönelim.

Bizim bahçenin elmaları öyle alışıldık elmalardan değil. Hava, su güzel olup biraz da sevgi gösterince uzayıp gidiyor.

Merdivenle dahi ulaşmanın mümkün olmadığı yerler için "MEYVE KAPANI" kullanıyorum. 2,5 litrelik meşrubat şişesinin arkasını kesip, ön tarafına 3-4 metrelik sağlam bir çıta veya çubuk geçiriyoruz. Oldu sana meyve kapanı. Bu ismi ben koydum. Eğer dallar kalınsa sorun yok. Ya merdiven dayarsınız veya tırmanırsınız. Ancak, böylesine ince dallarda kapan çok işe yarıyor.
Neyse toplayabildiğimizi topluyoruz.

Dökülenler de ziyan olmuyor...

Gördüğünüz gibi dökülenleri de komşumuzun ineği "ÜRESİN" yiyor. İsimdeki zerafete bakar mısınız, ÜRESİN.
Sordum neden Üresin?
"Soyu devam etsin, soyunu sürdürsün" diye konulmuş.
Dökülenleri her gün toplayıp bahçenin dışına döküyoruz. Üresin, maşalllah ezik, çürük demeden ne bulursa götürüyor.
Yarasın sütü bol olsun  inşallah.
Peki ya  toplayamadıklarımız ne oluyor dersiniz?


                                                     Eşek Arısı tarafından "Kanı emilen" elma...
En güzel ve olgun elmaları, kokusunu kilometrelerce öteden alan eşek arısı afiyetle yiyor. Tırstığım için çok fazla yanına yaklaşamıyorum. Daha önce kendileriyle tanışma fırsatım oldu. Evde kimsenin olmadığı bir sabah kafamdan soktu. Baygınlık geçirdim, kafam bir hafta zonk, zonk, zonkladı. İnanın abartmıyorum kafama odun yemiş gibi oldum.
Eşek arısının şakası hiç yoktur.
Bu arada unutmadan söyleyeyim, elmadan çok güzel sirke yapıyoruz. Dökülen elmaları yıkadıktan sonra 5 kiloluk cam bir kavanoza ya suyunu çıkarıp, veya doğrayarak koyuyoruz.  Üzerine içme suyu doldurup,  mayalanması için de 1 su bardağı sirke ekliyoruz. Kavanozun ağzını tülbentle kapatıp gölge bir yere koyuyoruz. Ara sıra karıştırmakta yarar var. Yaklaşık bir ay sonra sirke hazır. Tadının keskin olmasını istiyorsanız daha uzun süre bekletebilirsiniz.
Tülbentle süzün, şişeleyin.
Afiyet olsun.

Işığımın yettiği kadar...
Minnetle.

23 Eylül 2012 Pazar

RENOVASYON, SOKAK SANATI VE RANT...


İstanbul'un en eski ve de en renkli semtlerinden Tarlabaşı'nda "KENTSEL DÖNÜŞÜM" adı altında "RANTSAL DÖNÜŞÜM" projesi hayata geçiriliyor. Evet şartlara baktığınız zaman buralarda değil insan, hayvanı bağlasan durmaz. Mahalle sakinleriyle yaptığım sohbette, çok ilginç şeylerle karşılaştım.  5 katlı binanın dörtte bir hissesine sahip Mardinli ailenin söyledikleri şöyle :
"Hissemiz karşılığında bize 100 bin lira değer biçtiler. Biz de kabul etmedik. Parayı bankaya yatırıp binayı polis zoruyla tahliye ettiler. Şimdi biz ne yapalım. " (Aile mahkeme kararını bekliyor)
Benzeri çok sayıdaki ailelerin çığlığına kulak tıkamak mümkün mü...

Öte yandan inşaat şirketi son sürat yıkıyor ve metrekaresi 7500 dolardan pazarlıyor Tarlabaşı'nı.
50 metrekarelik bir ofis alalım deseniz 7500x50=375 bin dolar. Bu da yaklaşık 675 bin lira eder.
Evet rakamlar arasındaki uçurum ortada.
İnşaatlar bir taraftan süredursun hayat da devam ediyor.


Tekir, kumru tahliye edilememiş.
Şimdilik.


Yarın ne olur ve onların başını ne gelir bilinmez...
Zira ocaklarına incir ağacı dikilmiş.

Esasında bir konuda dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu gördüğünüz binaların birçoğu tarihi eser niteliğinde. Kimbilir ne hikâyeler görmüş geçirmiş hepsi. Mardinli ailenin anlattıklarına göre, terör yüzünden yerlerini yurtlarını terk edip Tarlabaşı'na yerleşmişler. Tarlabaşı'nın daha önceki sakinleri olan gayrimüslimler de, yerlerini yuvalarını bırakmak zorunda kalmışlardı. Mimari yapısıyla bir dönemi yansıtan semtteki binaların bir çoğu, rantsal değişim nedeniyle yıkılacak. Yerlerine ise "REZİDANS" (ne menem bir şeyse) diye adlandırdıkları binalar yapılacak.


Şu binaya bakın. Savaştan çıkmış gibi. O kadar çok hikayeler barındırıyor ki aslında. İnsan ister istemez binaları çizenlerin ve burada birçok anısını bırakıp gidenlerin torunları nerede diye merak ediyor...

Evler boşaltıldıktan sonra buralar çevreden gelen kimi "ziyaretçilerin" akınına uğramış. Genlerimizde imza atma merakı olduğu için köpekler gibi geçtiğimiz her yere işaret bırakıyoruz. 
Bir de kedilere, kuşlara eşlik eden duvar resimleri.



Peki ya Fransız ziyaretçilere ne demeli? "Les murs murmurent" (duvarlar mırıldanır). Anlaşılan Tarlabaşı'ndan Subo geçmiş :)


Ve Tarlabaşı'nda birçok yerli ve yabancı sanatçının katıldığı Street Art Festivali gerçekleştirildi. Sanatçıların icralarını canlı olarak izleyebilmeyi çok isterdik, ne yazık ki mümkün olmadı.


   Ufaklıkların oturduğu merdivenlerin tam karşısındaki 4 katlı kâgir binanın tamamı sanat eserleri ile dolu. Street Art İstanbul 2012'de, "Renovation Tarlabaşı" adı altında muhteşem bir etkinlik gerçekleşmiş (16 Eylül'de). Babamla binadan içeri giriyoruz, bizi "hayallere" doğru buyur ediyor binanın basamakları.


İçeri girdiğimizde Ezgi Sönmez'in eseri ile karşılaşıyoruz.
Her katta farklı farklı eserler var. Bir de her katta "10 numara kübist" sanatçılar var anlaşılan. Neyse ki biz  de  "10 numara kübistiz". Kendimizi şekiller arasında yaşanmışlık duygusunu "10 numara" yansıtan sanatçıların çeşitli imgelemlerinin anlamlarını yorumlayarak buluyoruz babamla. 


Babam fotoğrafı çekerken beni de yakalamış bu karede.


Yaşanmışlık daha güzel nasıl ifade edilir bilemiyorum!






"Renovation Tarlabaşı"na katılan sanatçılar yaşadıkları "haz" ve "tatmin" duygularını duvara aktarmış.


Tarlabaşı'nın yıkım/renovasyon'a uğrayan bölgesinde dışardan baktığınız zaman hiçbir yaşam belirtisi görünmüyor. Ancak, binaların içine girip detaylı dolaştığınız zaman küçük de olsa bölge sakinlerine rastlamak mümkün.

Ufaklığın elindeki oyuncağı (!) görüyor musunuz? Tek başına bu graffiti bile Tarlabaşı'nın içinde bulunduğu durumu yeteri kadar özetliyor.

Sanatçılar, bina sakini olan çöplerden atık toplayan emekçiyi de çok güzel betimlemiş.

Tarlabaşı'nın üst kısımlarında yıkım sürerken, Kasımpaşa'ya yakın olan bölgelerinde ise büyük bir tedirginlik var. İnsanlar "Evlerimizden ne zaman çıkarılacağız?" korkusuyla yastığa başını koyuyor. Her şeye rağmen yaşam da devam ediyor.
İspanya'da bir süre önce, 80 yaşındaki işgüzar bir hanım teyzemiz, Hz. İsa resmini "yenilemek" ya da diğer anlamıyla "restore" etmek istemiş, ancak sonuç yukarıdaki resimde de göreceğiniz gibi olmuştu.
Sanatçı "Next Renovation in Tarlabaşı" diyerek, durumu yerinde sözlerle hicvetmiş.
Umarız ki, Tarlabaşı'nın yenilenecek hâli, Hz. İsa'nın tasviri gibi "iyi niyetli" çabaların kurbanı olmaz. 


Not- Bu yazı ve fotoğraflar kızım Yaseminle birlikte ortak bir çalışmanın ürünüdür.

Işığımın yettiği kadar...
Minnetle.