27 Kasım 2016 Pazar

ŞUPPİLULİUMA DA OLMASA HALİM HARAP...

İnsanlara "ibne" diyerek aşağılarız, öbür taraftan Kerimcan Durmaz'ı instagram'da 1,5 milyon kişi takip eder.
MİT müsteşarı ifadeye çağrıldı diye kıyamet koparır, halk tarafından seçilen milletvekilleri ve belediye başkanları ifade vermeye gitmedikleri gerekçesiyle tutuklarız.
Duyar gibi oluyorum "Hayır ondan değil, bundan, hatta şundan" diyenleri.
Kardeşim hangi gerekçeyle olursa olsun tutuksuz da yargılanabilir bu insanlar.
Günlerce Tecavüz Yasası ile çalkalandı ülke.
Kadına kimsenin bir şey sorduğu yok.
Eşim "Yasa kabul edilirse, tecavüzcü ömür boyu tecavüzüne devam edecek" dedi...
15 Temmuz sabahında köprüde genç bir gazeteciyle dertleşirken "Abi adet gören kadın gibiyiz. Ne zaman biteceği de belli değil" demişti.
Benzetme bazılarını kırabilir, incitebilir, ne yazık ki ülkemin ruh hali aynen böyle.
Enteresan bir ülkeyiz.
Olumsuzluklardan herkes gibi bende etkileniyorum...
Ancak seviyorum Anadoluyu ve de insanlarını.
Bir taraftan kentsel dönüşüm, diğer taraftan da "ruhsal dönüşüm" açıkçası çok sevdiğim fotoğrafa yansıdı.
Uzunca bir süredir ne yazı yazabiliyorum, ne de fotoğraf çekebiliyorum.
Gitmek isteyip de bir türlü gidemediğim Hatay ziyadesiyle iyi geldi bana ve aileme.
Vallahi terörü bahane edip Mardin'i, Gaziantep'i, Van'ı, Hatay'ı görmüyorsanız bir yanınız eksik kalır.
Söylemedi demeyin.






Hatay'a indik, ayağımızın tozuyla Arkeoloji Müzesine gittik. Muhteşem bir müze yapılmış. Kapıdan girer girmez sizi ilk Hitit Kralı Şuppiluliuma karşılıyor. Eğer biraz tarihe, arkeolojiye ilginiz varsa hayran olursunuz. Ailece bizi çok etkiledi Kral ve tebaası.

Altınızda araba olmasına gerek yok.
Bütün ilçelere ulaşım çok kolay.
Gerek, belediye otobüsleri, gerekse dolmuşlar makul fiyatlara yolcu taşıyor.
Biz de kısa bir zaman aralığında Antakya merkezli Hatay ve civarını tanımaya çalıştık.
Bir kere tarih fışkırıyor kentin her yerinden.







Samandağı'nda bulunanTitus Tüneli girişi,
















Burası da Titus Tüneli'nin yanı başındaki Beşikli Mağara.











Binlerce yıllık tarihi Titus Tüneli'nin duvarlarında aşkını ölümsüzleştir...
Bu vandallık yalnız bizde değil Dünyanın her yerinde var. Allah ıslah etsin.






Titus Tüneli'ni gezdikten sonra 300-400 metre ilerde öğretmen evi var. Jumbo karides yemeden dönerseniz bir yeriniz eksik kalır vallahi. Balık da var, humus da...
Fiyatlar ise komik.




Yemek derseniz Türkiye'nin hiç bir yerinde görmediğim ve yemediğim enteresan bir kültüre sahip yöre.
Ne gibi mi?
Buyrun.

Kızımın mahşerin 4 atlısı dediği humus, bakla, tuzlu yoğurt ve cevizli biber ezmesi. Bu yiyecekler başka yerlerde içki eşlikçisi olarak tüketilirken Hatay ve civarında öğle veya akşam yemeği olarak tüketiliyor.


Velhasıl iyi ki gittik Hatay'a.
Terör her yerde var.
Kimse terörü bahane etmesin.
Gidin Anadolu'ya, gezin, görün.


Işığımın yettiği kadar.
Minnetle.

11 Eylül 2016 Pazar

2016 YILINDA YURDUMDAN MANZARALAR...

En son 15 Temmuz kalkışmasında doğru düzgün fotoğraf çekmiştim. Bu aralar ne bir yerlere gidebiliyorum, ne de doğru dürüst fotoğraf çekebiliyorum. Oysa ki fotoğraf yaşamımın OLMAZSA OLMAZIDIR. Ülkemin içinde bulunduğu durum ve benim yaşadığım saçmalıklar fotoğraf çekmeme engel oluyor açıkçası. Bu ruh hali içerisinde arşivimden derlediğim fotoğrafları paylaşayım istedim bu kez de.




Burası İstanbul'daki Galata Köprüsü. Malum günün her saatinde hareketli. Baktım abinin birisi fotoğraf çekmek için can çekişip duruyor, hemen olaya el koydum (üstüme ne vazifeyse ?).


Abinin neden can çekiştiğini bu fotoğrafa bakınca anlayacaksınız. Kabaktan bir sanat şaheseri yapmış ve onu da dünya görsün istiyor. Ancak, eseri hayli hacimli olduğu için en küçük bir sarsıntıda denizi boylayacak. İşte bu kaygıyla can çekişirken ben hızır gibi yetiştim abinin imdadına. Hem kendi makinasıyla, hem kendi makinamla çektim. Sanatçı mutlu, ben mutlu oldum.

 Bu fotoğrafı "KENTSEL DÖNÜŞÜM" saçmalığı nedeniyle terk etmek zorunda kaldığım evimin önünde çektim. El arabasında ne ararsanız var. Elektrik süpürgesi, bisiklet, çamaşırlık, sandalyeler ve daha bir çok şey. Bir çoğu kullanılır durumda olan eşyaları alan hurdacı Allah bilir bu kadar eşyayı ya bedava almıştır, ya da 20 liraya. Hurdacının kaça aldığının inanın önemi yok. Ancak, kentsel dönüşüm nedeniyle yerinden yurdundan olan çok sayıda insan çaresizlikten eşyalarını yok pahasına elden çıkarıyor.
                        Vatandaşın belli ki çatısı akıyor.
Çözüm basit.
Çatıyı brandayla kapla, uçmasın diye de gazoz, su, cola şişelerine su doldur uçlarına bağla.





15  Temmuz.
Sabahın köründe köprüye çıkmışım fotoğraf aşkına.
Tarihe tanıklık ettiğim için yorulmak nedir bilmiyorum.
Çift makina çalışıyorum. Allah ne verdiyse çekiyorum.
Fakat her zaman olduğu gibi durumdan vazife çıkartan amirim "Alın şunu" diyor. Genç polisler ne yapsın yaşıma hürmeten abi, hatta bazıları amca "bizi zorda bırakma" diyerek amirinden daha anlayışlı çıkıyor.


Ben bütün bu yaşadıklarımı müdürün yerinde olmayışına bağlıyorum açıkçası.
Hadi Salih ustanın mazereti var; MONTAJDA.
Ülkede kalkışma oluyor, MÜDÜR sen nerelerdesin?
...


Işığımın yettiği kadar.
MİNNETLE.

16 Temmuz 2016 Cumartesi

KALKIŞMA PÜSKÜRTÜLDÜ...

Yaşananları çeşitli kanallardan izlediğiniz için benim burada ahkam kesip şöyle, böyle oldu demem insanlarla alay etmek olur. Ben her zamanki heyecanımla fotoğraf çekmek için sokağa çıktım. Çektiklerimi de sizlerle paylaşmak istedim.

Soldaki araç tank tarafından ezilmiş.


Sabah olunca polis tamamen hakim olmuş kalkışmaya...














Halkımız hatıra fotoğrafını ihmal etmiyor.


























                                                                                                                                                               Zırhlı araçtan açılan ateş sonucuysa camdan giren mermi panoyu sıyırıp duvarı delmiş. Girdiği odayı ise darma duman etmiş.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                          

                                                                                                   


















Dökülen kanlar temizlendi hayat da sanki normale dönüyor.
Geçmiş olsun.
En kötü parlamenter sistem darbelerden iyidir.








2 Temmuz 2016 Cumartesi

SOKAĞIN RUHU...

Sokağın ruhu...
Ne güzel bir cümle. Bu tanımı bütün milletler kullanıyor aslında.
Peki ne anlama geliyor?
Neresinden baktığınıza bağlı sokağın.
Sokak, günlük yaşam aslında. Onun için günlük yaşamın neresindeyseniz "RUHU" orada yakalayabilirsiniz.





Burası Van.
Gelip, geçen arabaların tozundan etkilenmemek için esnaf sokağı suluyor.
Benim için esnaf "SOKAĞIN RUHU" olmayı hak ediyor.



Romanya'nın Braşov kentinde çektim bu kareyi. Annesi tezgahta müşteriyle ilgilenirken küçük kız yerden bulduğu izmaritlerle büyüklerini taklit etmeye çalışıyordu. Anlık bir enstantane. "SOKAĞIN RUHU" olmayı fazlasıyla hak ediyor.

Eyüp Sultan Camii.
Eskiden ibadet yapılırken bu türden manzaralarla karşılaşmazdık. Daha mı hoş görülü olmaya başladık...
Şimdi "Eyüp Sultan Camii'nin Ruhu" desem milletin aklına bin bir türlü şey gelir. Ben iyisimi bir şey demeyeyim fotoğraf kendini anlatsın.



Gaziantep burası.
Spastik olan ve balon satarak ailesine katkı sağlayan bu delikanlı, gülen yüzüyle "SOKAĞIN RUHU".








Maskeli gençler insanlara çeşitli atraksiyonlar yaparak (rahatsız etmeden) "BÜKREŞ'İN RUHU" olmakta haklı bir yer edinmişler.









Son zamanlarda gördüğüm en güzel insanlardan birisi.
Dünya umurunda değil.
Şu renkliliğe bakarmısınız...
Bulgaristan'ın Filibe kentinde çektim bu kareyi. "SOKAĞIN RUHU" olmayı fazlasıyla hak ediyor.







İstiklal Caddesi'nde yürüdüyseniz muhakkak karşılaşmışsınızdır. Kediler üzerinden para kazandığı iddia ediliyor olsa da kesinlikle "SOKAĞIN RUHU" kendisi.







Gazeteci, yazar, çizer ve de çeker Kaya Heyse.
Balat'ta Suriyeli çocuklarla öz çekim yaparken.
"GAZETECİNİN RUHU"diyorum kendisine






Yaşadıklarının ne kadar farkında bu ufaklık.
Oyun olsun diye eline zikirmatik verilmiş.
Suriye nere Balat nere...
" ....... RUHU".
LÜTFEN NOKTALI YERLERİ SİZ DOLDURUN.






Işığımın yettiği kadar...
Minnetle.

11 Mayıs 2016 Çarşamba

NE YAPSIN VANLI ?

Bildiğiniz gibi 2011 yılında Van'da büyük bir yıkım yaşandı. Deprem Van'da oldu olmasına. Ancak, benim hayatıma da büyük etkisi oldu açıkçası.
Depremin hemen ardından eşim devreye girdi ve "burada da her an deprem olabilir ve çekmecede bekleyen binlerce kareden oluşan arşivin yok olup gidebilir" dedi.
Açıkçası 45 yıldır fotoğraf çekmeme rağmen ne bir sergi açmışlığım, ne de kimseyle paylaşmışlığım vardır fotoğrafları. Eşimin iteklemesiyle bu mecraya girdim ve 2011 yılından itibaren çektiklerimi paylaşmaya başladım. Bu arada sürekli olarak Van'a gitmek istiyorum bir türlü kısmet olmuyor. Neyse geçen sene bu vakitler gittim Van'a. Bu güzelim kenti objektiflerime takılanlarla anlatmaya çalışacağım.
 
İstanbul'dan kalkan uçak alçalmaya başladı...
Aşağıda bütün ihtişamıyla Van gölü.

Bu manzarayı havadan görünce zaten inanılmaz etkilendim.
Van ile ilgili anlatacak çok şey var. Fakat ben objektifimin esiriyim. O ne çekerse ben onu anlatmaya mahkumum. Bu yüzden kimse o nerede, bu nerede demesin. Yoksa ben de biliyorum kedisini, kahvaltısını, Akdamar Adasını, kalesini yazmayı, çizmeyi. Hatta depremden sonra neler oldu, neler oluyor.
En sevdiğim yerler sokaklar olduğu için ayaklarım "yeter" diyene kadar dolaşıyorum.

Yukarda gördüğünüz otların bir kısmı kabuğu soyulup taze olarak tüketilirken, leğendekilerden ise dünyanın en lezzetli peynirleri yapılıyor.


Van Otlu Peyniri.
Dünyanın başka yerinde böyle lezzet var mıdır?
Bilmiyorum açıkçası...
Benim bildiğim rayihası ve lezzeti ile damak çatlatıyor. İstanbul Fatih'deki Kadınlar Pazarı'nda da bulabilirsiniz bu lezzetli peynirleri.










Peynircileri dolaşırken dikkatimi çeken bir başka yiyecek ise tuzlanmış balık oldu. Biliyorsunuzdur (bilmeyende öğrensin) Van Gölü'nde inci kefalinden başka balık (canlı desek daha doğru) yaşamaz. İşte bu endemik tür tuzlanıp Vanlıların mutfağının vazgeçilmezi oluyor.





Dedim ya sokaklar özgürlüğün en güzel yaşandığı yerler.

Ve de acı gerçeklerle karşılaşınca şamar yemiş gibi oluyorsunuz.






Sokaklarda bu türden manzaralarla çok sık karşılaşıyorsunuz. Çok cuzi paralara hem insan, hem de yük taşıyor (tabii bulursa) 3 tekerlekli ilkel taşıtlarıyla köyünü, mezrasını boşaltıp gelen Vanlı.










Ara sokaklar dolup, taşıyor. İşsizlikten sokak kahvelerinde oturup çay içip, sohbet etmekten başka seçenek yok.






Bu manzaralar beni derinden etkiledi.
Van Büyükşehir.
Eeeeeee.
İşsizlik inanılmaz boyutta.
Siyasi çekişmeler yüzünden olan halka oluyor.






Genelde bana şu soru yöneltiliyor "kardeşim göre, göre bunu mu gördün".
Falan da var, filan da var.
İyi de onları da siz çekin paylaşın.
Ben zaten yazının başında söyledim Van'da nelerin olduğunu.

Yandaki renklerin güzelliğine bakar mısınız!
Bu kumaşları kentlisi, köylüsü ayırt etmeden diktirip giyiyor.
Ancak yaşanan terör hadiseleri nedeniyle yürekleri kan ağlıyor bu güzel ruhlu insanların.





Işığımın yettiği kadar.
Minnetle.

Not- Van'da kısa sürede çok sayıda insanla tanıştım. İsimlerinin ne önemi var. Kendilerine buradan bir selam göndermek istedim.


4 Nisan 2016 Pazartesi

ANALOGDAN, AYNASIZA...

Ergenlik yıllarımda çeşitli marka ve modellerde fotoğraf makinası kullandım. Hürriyet Gazetesi'nde işe başladığımda ise daha profesyonel makinalara yöneldim. Uzun yıllar Nikon'un üretmiş olduğu makina ve aksesuarlarla çekim yaptım (az biraz gazeteye, çoğunlukla kendime).


Dijital devrim gerçekleşince açıkçası uzun bir süre bocaladım. Film endüstrisi yok olup gidince, çok ciddi bir ekipmana sahip olmama rağmen ne yapacağımı şaşırdım kaldım. Film kullanmakta ne kadar ısrar ettiysem, bir süre sonra banyo problemi yaşamaya başladım. Film çekiyorum banyo yaptıracak, bizim tabirimizle yıkatacak kimse bulamıyorum. Bu direnişim 2011 yılına kadar devam etti. 2011 yılında Nikon'un 5100 modelini alıp dijital ile tanıştım. 
Yukarıda görülen ekipman ve daha fazlası bir anda açığa çıktı (halen açıkta bekliyor). Böylece 40 yıllık analog maceram da sona ermiş oldu.
2015 yılındaysa sevgili dostum Güney Cüceloğlu, "Abi Fuji aynasız yeni bir makina üretmiş bir dene istersen "dedi.
Fuji'nin X100T modeli olan boyundan büyük işler yapan bu "AYNASIZ" arkadaş gittiğim her yere benimle gitmeye başladı. Küçük ve kullanımı kolay olduğu için büyük konfor sağlıyor kullanıcıya. Tek sorunu var, pili çabuk tükeniyor. Buradan Fuji yetkililerine duyurulur.
Analogdan, Aynasıza geçiş maceramı anlattıktan sonra, Aynasızla çektiğim bazı kareleri paylaşmak istedim. 













Bu fotoğraf Sirkeci Garı'nda ters ışıkta çekildi.

Yandaki fotoğraf da Sirkeci Garı'nın bekleme salonunda çekildi. Fuji ile çektiğim ilk kareler. 


İstanbul Mahmutpaşa. Çok samimi geldi bana. Bilmem siz ne düşünürsünüz.


Isınma turlarına devam. Suriyeli bir anne ve küçük kızı.

Bahçemde gün batarken çiçek sulama kabı böyle yansıdı masaya.

Üstteki fotoğraf Şile Mendireği'nde çekildi. Aynasız Fuji,"film benzetim kipi" sayesinde hem siyah-beyaz hem de renkli çekme imkanı sunuyor size. Bu bence büyük bir konfor sağlıyor. Böylece ister renkli, ister siyah-beyaz çekimler yapabiliyorsunuz (amma reklam oldu).

İstanbul'da Yerebatan Sarnıcı'nda çektim bu kareyi. Dilek tutmaya çalışan bir çift. Bildiğiniz gibi taşa baş parmak sokulup ekseni etrafında 360 derece döndürebilirseniz dilekleriniz kabul olur. Bu çiftin dileği herhalde biraz büyük. Baksanıza çift el dalmışlar deliğe. Biraz daha zorlasa kollarını sokacaklar dilek taşına...

Bu fotoğraf ise cep telefonu ile harikalar yaratan bir abinin yansıması. Bu kareler ülkemizi ziyaret eden yabancı konuklara ait.



Yavaş, yavaş ben "AYNASIZ"a, o da bana ısınıyor. Üstteki fotoğrafları da Sultanahmet'de çektim. Pozlama telafisi sağ olsun.

Beyoğlu burası. Soldaki görme özürlü abiyi Atatürk Erkek Lisesi yıllarından tanırım. Yani çok olmuş onu tanıyalı...
Nurlu bir yüzü vardır. Gazete satarak ailesini geçindirir. Taksim'deki Fransız Konsolosluğu'nun karşısında olur genellikle. Yolunuz o taraflara düşerse hal, hatır sorun lütfen. Bir de gazete satın alın kendisinden.Sağdaki fotoğraf yine İstiklal Caddesi'nde çekildi. Ailesi tarafından boyundan büyük bir melodikayla dilendirilen küçük kıza ne demeli bilmiyorum vallahi...

Bu karelerde Galata Köprüsünden...

Dedim ya ısınıyoruz birbirimize diye.
Abi minareyi yükledi sırtına gidiyor...
Ters ışık bir başka güzel netice veriyor açıkçası. 
Hiçbir manipülatif işleme başvurmanıza gerek yok. Yeter ki ışığı kovalayın.

Bu kare ormanda gün batımından sonra oluşan ışıklar.

Bu kareyi de ormanlık alanda gün batarken çektim.













Bu fotoğrafı Mardin'de bulunan Dara Antik Kenti'nde çektim. Hayran kaldım. İlk fırsatta yine gideceğim. Terör, merör korkutamaz beni. Böyle güzel yerleri gidin görün. Terör sizden korksun.

İstanbul'da yaşayan herkesin rahatlıkla çektiği bir manzarayla finali yapmak istedim.
Teknolojinin erişilmez hızına hoş geldik.






Işığımın yettiği kadar...
MİNNETLE.