6 Aralık 2015 Pazar

50 BİN ÇOŞKUSUYLA KARADENİZ TURU...

Blog yazmaya 2011 yılında başladım. O zamandan bugüne 50 binin üzerinde ziyaretçim oldu. Bu rakam bazıları için önem taşımayabilir. Oysa hiç bir manipülatif girişimin olmadığı bu rakam beni ziyadesiyle mutlu ediyor.
Neyse bu girizgahtan sonra gelelim Karadeniz'e. Karadeniz ile ilgili yazmak çizmek istiyorum. Fakat bir türlü elim varmıyor. Bölgenin bakir halini bildiğim için doğaya bu kadar hoyrat davranılması beni olumsuz etkiliyor. Kısmet bu güneymiş.
Bölgeye ilk gidişim 80'li yılların sonundaydı. O zaman Hürriyet Haber Ajansı Büro Şefi olan sevgili dostum Turgay Murtezaoğlu 4 gün boyunca Trabzon, Rize hattında gezdirmedik yer bırakmadı.


Uçak Trabzon Havalimanı'na alçalmaya başladığında yukardan gördüğüm manzara beni çok etkiledi açıkçası. Dereler, çaylar, nehirler kısacası akarsular önüne ne katarsa birlikte Karadeniz'e sürüklüyordu.

Bu kadar kaynak boşa akıp heba oluyor Karadeniz bölgesinde zaten kısıtlı olan tarım alanları da erozyonla birlikte yok olup gidiyor diye hayıflanmıştım açıkçası. Bugün yapılan santralleri gördükten sonra KEŞKE DEMEZ OLAYDIM diyor insan. Çoruh Nehri üzerine yapılan barajları ayrı tutuyorum.

Neden dere yatağına yapar evini, ibadethanesini bu insanlar?



Sorunun cevabı burada. Çünkü düz arazi yok Karadeniz'de. Yol deseniz zaten yok. Ulaşım mı?



Bir tür ilkel asansör sistemi olan VARANGELLER sayesinde her türlü tehlikeyi göze alıp yamaçlardan en yakın yola iniyorlar.



Yüzlerinde gülümsemeleri eksik olmayan bu güzel insanlar hem cana yakın, hem de kendilerine has espri anlayışlarıyla etraflarına neşe saçabiliyorlar.

Yazının başında da belirtmiştim elim varmıyor Karadeniz yazmaya diye. Bakın bu güzelim asırlık köprülerin büyük bir kısmı artık yok. Çoğu baraj gölleri altında kaldı. Kalanlarsa bakımsızlıktan perişan oldu.



Oysa bu güzelim tabiat harikası, hatta benim Karadeniz dönüşü eşime "CENNET VARSA ORASI KARADENİZ"dediğim yerleri koruyup, gözümüz gibi bakmamız gerekmez miydi?



Yayla turizmi adı altında güzelim doğa harikası yerler heba edildi. Yaylaların son halini buraya koymaya elim varmıyor.

O zamanlar ayılardan korumak için petekleri dağ yamaçlarına yerleştiriyorlardı. Böyle giderse petekleri yerleştirecek yer bile bulamayacak bölge insanı.


Her zaman sis, her zaman yağmurun olduğu Karadeniz bölgesi çaysız olurmu?


Bulduğu her yere çay eken Karadeniz insanı geçiminin büyük bir kısmını da senede 3-4 kez yaptığı hasattan sağlıyordu.

Bu güzelim tabiat harikası bölgenin yok olup gitmesinde emeği geçenler öldüklerinde bile bu vebali üstlerinde taşıyacaklar.
Çevre için mücadele veren herkese selam olsun.
Bir selam da dostum Turgay Murtezaoğlu'na.



Not- Bu fotoğraflar yaklaşık 27 yıl önce çekildi. Dijital olmadıkları için ne yazık ki değer kayıpları meydana gelebiliyor. Bu yüzden affınıza sığınıyorum.

Işığımın yettiği kadar...
MİNNETLE.










30 Ekim 2015 Cuma

BİR KISA VENEDİK DENEYİMİ... BATMADAN BU ŞEHRİ GÖRMELİ.


 Efendim merhabalar, ben Yasemin.
Yoğun bir tempoyla çalışmam nedeniyle izne çıkmaya fazla fırsatım olmuyor. Normalde bayramlarımız aile büyüklerini veya eş-dosta ziyaret şeklinde geçer, ama bu sene teyzemi aldım Venedik'e kaçırdım. Burada neler gördük kısaca anlatayım. Fotoğraflar naçizane şahsıma ait. Profesyonel olmasa da sizlere bir fikir vereceğini ümit ediyorum.


Venedik, geçmişi yüzyıllara dayanan bir şehir. Vakti zamanında İtalya'da kurulu olan şehir devletlerden biri aynı zamanda. Venedik İtalya anakarasına bağlı kısmı ve Adriyatik denizindeki adaları ile birlikte bir su şehri. Her tarafından kanallar ile ayrılmış, köprüler ile birleştirilmiş bir adalar bütünü. Tüm güzelliği de burada yatıyor zaten.

 Venedik'in yer aldığı toprak parçasını bir balık olarak düşünebilirsiniz. Bu balığın sol üst tarafında tren garı bulunuyor (şehrin dışındaki otellerde kalanların tren ile buraya gelmeleri kolay olur, zaten başka türlü ancak taksi ile gelmek mümkün). Balığın sol alt tarafında San Marco Meydanı, yine sol üst kısmından ortalara doğru Galleria dell'Academia gibi tarihi yerleri gezmeye gidebilirsiniz. Bu arada, Venedik tamamen yayan gezilen bir şehir olduğu için "ay yoruldum", "ayaklarıma kara sular indi", "belim/bacaklarım koptu" gibi sızlananlar için doğru bir gezi istikameti değil.






 Bizim Venedik'i bir buçuk gün gezme fırsatımız oldu. Yarım gün ise, Venedik'in diğer küçük adaları olan Murano ve Burano'da geçti. Onlara da kısaca değineceğim. Gezmeniz için şahsi fikrim Venedik'in tümüne 2 gün yeterli olacaktır. Biz bir buçuk günde yüzde 80'ini yayan olarak gezdik. Neredeyse girip çıkmadığımız ara sokak kalmadı bu kısımlarda. Zaten nereye gitmek istiyorsanız sokak köşelerinde sizi San Marco meydanına, tren garına veya Galleria dell'Academia'ya yönlendiren sarı tabelalar göreceksiniz.

Venedik'te göze çarpanlardan biri de içerilere girdikçe artan harap görüntü. Bu kadar güzel bir yapılaşma, bu kadar mükemmel köprüler, kanallar maalesef yeterince korunamıyor. Tabii AB ülkelerinden en büyük üçüncü ekonomi İtalya'nın son dönemde yaşadığı krizlerin de bunda payı var. Sıvalar dökülmüş, rutubetten yıpranmış binalar insanı üzüyor. Doğal olarak suyun etkisini de gözardı etmemek gerek.

Şehirde renkli görüntüler de yok değil, bazı yerlerde sardunyalar var saksılarda, kimilerinde de çamaşırlar asılı. Zaten evlerin içi rutubetliyken çamaşırını sokağa asan insanları ayıplamamak gerek.


Şehrin daha popüler kısımlarında başka renkli görüntüler de mevcut, teknelerin semt pazarına dönüşmesi gibi. 





Müşteri bekleyen gondolcu abiler...... ya da sokak aralarından evlerine/işine giden bu sandalcılar gibi.


Yağmura rağmen güvercinlerin çeşme altında oynaşmaları da enteresan bir andı.






Gondollar, sandallar her yerde. Bakarsanız zaten Venedik'te tarım yok, sanayi yok, e geriye hangi sektör kalıyor: Hizmetler. Gördüklerimden buradaki işgücünün en az yüzde 50'si de gondolcudur diye tahmin ediyorum.

Bu kadar tarihi bir şehirde graffitileri her ne kadar vandallık olarak görsem de #direngezi 'yi görünce dayanamadım, ben de gülümsedim. Graffitileri aslında çok severim ama Venedik gibi bir şehrin tarihi dokusunu bozmanın vandallık olduğunu düşünüyorum.

Gelelim Burano'ya. Murano'da sadece bir cam atölyesinde durakladığımız için adadan fazla bir fotoğrafım yok. Bunun yerine dünya tatlısı bir ada olan Burano'ya yer vermek istiyorum.

Herhalde Venedik belediyesinin en fazla çalıştığı ve güzelleştirdiği adacık Burano olmuş. İnsanlar evlerini belediyeden izin almadan boyayamıyorlar. Evlerin renkleri belli bir renk skalasına göre ayarlanıyor. Kepenkler ve hatta kapı perdeleri de yine bu renk skalasına göre düzenleniyor. 

Burano'da gondol yok. Sandallar tabii ki yine her yerde. Hatta kimi evlere sandalsız gitmek veya girmek mümkün değil çünkü bağlı köprüleri yok. Çıkmaz sokağın çıkmaz dere olduğunu hayal edin, işte öyle bir yer.

Burano nüfusunun yüzde 90'ı (abartmıyorum) 65 yaş üstü insanlardan oluşuyor. Sokakta gördüğüm çocuk sayısı sadece 5. Ve yukarıdaki fotoğraf aslında Burano'nun kısa özeti. O gördüğünüz çift ve arabadaki bebekleri de turist, Burano nüfusuna dahil değil yani.

Teyzeler sokak kenarında bir araya gelip böyle muhabbet ediyorlar. Çok kibar ve çekingenler. Kimsenin ters türs baktığı yok. Çok çekinen biriyle göz göze gelirseniz o gördüğünüz perdenin arkasından hop diye evine kaçıyor.

İşte burası da böyle minik bir Ada. Kilisesinin eğik saat kulesiyle, renkli evleri, yaşlı nüfusuyla görülmeye değer bir yer.

Bana kalırsa batmadan (şaka yapmıyorum, Venedik her geçen sene biraz daha su altında kalıyor) Venedik'i ve adacıklarını görmeye gitmek sırf Burano için bile değer.


Venediklilerin dediği gibi: "Mafyaya hayır! Venedik kutsaldır!"

Işıkla kalın.



19 Ekim 2015 Pazartesi

MANTAR, RUS RULETİNDEN DAHA MI TEHLİKELİ ?

Bu yazının fotoğraflarını çekmek için sonbaharı bekledim. Sonbaharın gelmesi ve yağmurlarla birlikte mantar sezonu da başlamış oldu. Ekim ayında başladığım fotoğraflama maceram tam 3 ay sürdü. Hassas bir iş olduğu için de, hem dolaştım, hem de okuyup araştırdım. Burada ukalalık yapıp bilmiş, bilmiş öneriler yerine yaşadıklarımı ve bazı önemli uyarıları yapmak istedim.
Ormanlık alanlarda "ölüm meleği"nden tutun da "imparator"a kadar onlarca çeşidini bulmak mümkün. Ne yazık ki zehirli mantarları tanımanın pratik bir yolu olmadığı için de birçok mantar zehirlenmesi ölümle sonuçlanabiliyor.
Konunun uzmanları mantar zehirlenmeleri ile ilgili olarak şu yorumu yapıyor:
"Mantar, Rus ruletinden daha tehlikeli. Rus ruletinde 6'da 1 ölme şansı var, mantarda ise 6'da 5..."
Geçtiğimiz günlerde gazeteci Tayfun Talipoğlu Burdur'da yol kenarında köylülerin sattığı mantardan yemiş, ardından da mantar zehirlenmesi teşhisiyle hastanelik olmuştu. Bu da şunu gösteriyor, mantar cahil-okumuş ayrımı yapmaz.
Açıkçası benim yabani mantarlarla tanışmamın 12 yıllık bir mazisi var. Bunun 7-8 yılı gözlemek ve araştırmakla geçti (halende araştırmaya devam ediyorum. Ne yazık ki  ülkemizde bu konuda yazılmış çok fazla kaynak yok.) Son 4 yıldır da hem topluyorum, hem de yiyorum. Bana ilk müjdeyi bahçemdeki çayır mantarları veriyor.

 Peki hangisi yenilir Evet  gerçekten kocaman bir soru işareti. Örneğin, benim yaşadığım bölgede bulunan ve yenilen mantar türleri, başka bir bölgede yenilmiyor. Yine uzmanlardan edindiğim bilgilere göre, bazı mantar türleri var ki zehirli olmasına rağmen etkisini kısa sürede göstermiyor. Ancak, böbreklerde büyük tahribata yol açıyor. Mantarları tanımak kadar, pişirmek ve saklamak da ayrı bir tecrübe gerektiriyor. Yanlış bir şey yapmamak adına ben burada kulaktan dolma bilgilerimi paylaşmak yerine, bu konuda bilgi sahibi kişilerin görüşlerinden alıntıları aktaracağım. Belki ilerleyen yıllarda daha kapsamlı ve aydınlatıcı bir yazı yazarım. O zaman da nasıl toplanır, nasıl saklanır, yemeği nasıl yapılırı anlatırım.



Söbelen mantarı.Yenebilen türlerden.

 Şemsiye mantarı.
Bu da şemsiye mantarının büyümüş hali. Bu kadar büyüğünü açıkçası görmemiştim. Yetişkin bir insan eliyle orantı yapmak istedim. Hiç bir ekonomik değeri yok. Sonbaharda ormanlık alanlarda sıkça rastlamak mümkün. Köydeki komşularım yiyor. Ben henüz yemedim...
Boletus mantarı.
Bizim köyde "KIKIRDAK" deniliyor.
Bazı bölgelerde Ayı, bazı yörelerde ise Çörek mantarı olarak bilinen bu mantar oldukça lezzetli. Ekonomik getirisi olan bu türe İtalyanlar "PORÇİNİ" diyor. Çok lezzetli olan bu mantar doğada çıkmaya başlayınca köylünün yüzü gülüyor. Tüccar köylere gelip, köylünün topladığı mantarları önce sınıflandırıyor. Sonra da işine yarayanları belirlediği fiyattan alıp hemen fabrikalara götürüyor. Bildiğim kadarıyla da ihraç ediliyor.
Kurt girmiş Porçini.
Bu mantara dikkatli bakınca kurtlar tarafından tırtıklandığını göreceksiniz. "Mantara kurt girdiyse o öldürmez" Mantarla tanıştığım zaman öğrendiğim ilk şey bu olmuştu.
Hayır kesinlikle böyle bir şey yok. Bu türden şeylere sakın aldanmayın.
Hayvanlar ile insanların biyolojisi farklı olduğu için insanı öldüren bir mantar hayvanlara bir şey yapmayabiliyor. İnsanlar için en tehlikeli mantar olan ve zehirlenmelerin yüzde 95'inden sorumlu olan AMANİTA PHALLOİDES (halk arasında ölüm meleği, köy göçüren, evcik kıran da deniliyor) mantarını bazı tavşanlar severek yiyor ve zehirlenmiyor.
Bu mantar 1994 yılının kasım ayında İstanbul'da seri zehirlenmelere yol açmış ve 20'den fazla insanın ölümüne yol açmıştı.

Sığır dili mantarı.
Bu da yenilebilen türlerden. Ben şu ana kadar yemedim.
Borazan mantarı
Borazan mantarı. 
Ekonomik değeri olan bir mantar. Fakat ben ne topladım ne de yedim.
Keçi sakalı. Nadir bulunan bir tür.
Geyik mantarı. Yenilen bir tür.
Bundan sonrası artık"köy mü göçürür", "ölüm meleğimi" dir bilmiyorum. Ben yalnızca fotoğraflarını çektim. Bu isimleri ben koymadım hepsi halk arasında kullanılan isimler.





Calbovis



Ağaç mantarı





Lactarius deterrimus
İstanbul'a kar yağdığında en son bu fotoğrafı çektim. Karda mantar olmaz sanıyordum. Yanılmışım.
Her canlı gibi mantarlar da ölür...
Hava sıcaksa mantar çok çabuk bozuluyor. Özellikle lodosta.
Yazımın başında belirttiğim ibareyi tekrarlamak istiyorum.
"Mantar, Rus ruletinden daha tehlikeli. Rus ruletinde 6'da 1 ölme şansı var, mantarda ise 6'da 5..."
Bazı mantarların hiç şakası yok. Kesinlikle öldürüyor. Bu yüzden kulaktan dolma bilgilerle mantarları tanımaya çalışmayın. 

Bilmediğiniz mantarı kesinlikle yemeyin.

Eğer bu mantarları tanıyan varsa ve halk arasındaki isimlerini de benimle paylaşan olursa sevinirim.
Not- Mantarlarla ilgili yazımı hazırlarken Orman Genel Müdürlüğü'nün Sitesinden Yararlandım. Teşekkürler.


"ışığımın yettiği kadar" ...
minnetle.