29 Nisan 2013 Pazartesi

YAŞAM AĞACI...

Aslında bu yazıyı 4 ay önce hazırladım. Fakat sonradan tarih dikkatimi çekince erteledim. Kısmet bugüneymiş. Aslında bu bir sır değil, ancak tarihle ilgili detayı bilenler bilsin yeter.
Edirne'ye yaptığım gezilerden biri...
Tarih 29.4.1993.
Hürriyet Gazetesi'nde çalışırken şefim olan Behiç Günalan ile birlikte fotoğraf peşinde koşuyoruz (Behiç o tarihte Hürriyet Haber Ajansı Edirne büro şefi). Behiç beni Edirne kırsalında ekin tarlalarının olduğu bir yere götürdü. İlk bakışta ekinden başka bir şeyin görünmüyor.

Fotoğrafta da görüldüğü gibi sıradan bir ekin tarlası.
Hava boz bulanık.
Işık, iyi bir fotoğraf için yeterli değil.
Ufukta ise birkaç ağaç görünüyor.
Belki bir şeyler buluruz umuduyla yürüyoruz.
Açıkçası fotoğraf için olumlu hiç bir şey yok.
Yaklaştıkça yeşilliklerin içindeki bu kurumuş ağaçtan bir şeyler çıkacakmış gibi görünüyor. Biz de iyi bir açı yakalamak için ağacın etrafında tur atıyoruz.

Ekinlerin içine yatıyoruz.
Işık fotoğraf için elverişli hale gelince de keyfimiz yerine geliyor.
Büyük bir ihtimalle yıldırım düşmesi sonucu bu hale gelen ağaç, kimbilir kurumadan önce ne kadar heybetliydi.

Evet gelelim yazının başlığı da olan "YAŞAM AĞACI"na...
Yaşam ağacı (tree of life) yapılan araştırmalarda kökeninin tarih öncesi devirlere kadar uzandığı, başta şaman gelenekleri olmak üzere, pek çok gelenekte rastlanan bir sembol.
Türklerin geleneğinde de büyük bir yer tutuyor aslında "YAŞAM AĞACI".
Yakut ve Altay Türklerinde "Dünya Ağacı" da denirmiş.
İnanışa göre Dünyayı göbeğinden öte aleme bağlayan, dalları vasıtasıyla ise şamanların başka alemlere yolculuk yapmasını sağlayan "YAŞAM AĞACI"dır.
İnanış o ki, Dünya "Göğün göbeği" ile bu ağaç sayesinde irtibat halinde olup, bu ağaç ile beslenir.
Bende bu ağacın evrenden aldığı enerjiyi yeryüzüne yansıttığına inandığım için ona "YAŞAM AĞACI" dedim.

Not- Bu kadar yeşili başka bir şeye bağlamak mümkün mü?...




"Işığımın yettiği kadar"...

Minnetle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder